Neden Tiflis? (Sorunun cevabı 2. gün yazısında)
Aktarmalı uçuşlar yapıldığından dolayı, Tiflis’e acayip bir saate vardık. Saat 23:30’da, hava kirliliği sis gibi İstanbul’u örterken uçağımız havalandı. İki saatlik bir yolculuktan sonra, Tiflis’in ışıkları görünmeye başlamıştı, fakat aradaki saat farkından dolayı uçaktan inişimiz 03:15’teoldu. Dilini hiç bilmediğimiz şehir, sert bir rüzgarla karşıladı bizi. Pasaport kontrolünden geçtikten sonra elinde adımın yazdığı kağıt ile bizi bekleyen Azeri Abi olmasa, geçirdiğimiz iki gün ne yapardık hiç bilmiyorum. Otele yerleşmek için yola koyulduk. Modern mimari örnekleri ile dolu, iyi aydınlatılmış Tiflis; ilk görüşte şaşırttı bizi. Konaklayacağımız otel ise şaşkınlığımızı artırdı. Tek istediğimiz temiz, sıcak ve güvenilir bir otel idi. Onun yerine pis, soğuk ve uyurken tedirgin olduğumuz bir otel bulduk. Birkaç saatlik uykunun ardından, merakımızı daha fazla erteleyemeyerek düştük yollara.

İlk önce Tiflis merkezden 120 km. uzaktaki Sighnaghi’ye gittik. Bir manastırın çevresinde kurulmuş, hoş bir ortaçağ kenti ile karşılaştık. Kesilmeyen sert rüzgar bizi zorlasa da, memleketimizden edindiğimiz ürkekliğimiz ile fotoğraflar çekmeye başladık. Biri bir şey der, kovar diye kolay kaçabilecek yerlerde gezdik. Ancak kimse karışmadı bize, bakmadılar bile. Herkes kendi işinde, gücündeydi. Gereksiz sorular soran, höyt diyen kimseler olmadı. Hakim bir noktada kurulu Sighnaghi’nin bahardaki manzarasını, teraslarda içeceğimiz şarapları düşünerek dolandık. Her zamanki gibi, yol olmayan abidik bir yerden müzeye vardık. Bu küçücük yere modern bir müze inşa etmişler. Trans Kafkasya ve Kolhis Kültürlerine ait arkeolojik buluntular, Gürcüler’e ait etnografik öğeler ve tablolar ile dolu müzenin vadiye bakan tarafında büyük pencerelerin olduğu bir kafesi de var. Ancak bizim gittiğimiz tarihlerde bizden başka turist olmadığından dolayı kafe kapalıydı.
Bu kadar yolculuğun ardından çok acıktık. Müzenin hemen karşısındaki Hotel Solomoni 1805’in restorantına oturduk. Menüyü uzun uzun inceledikten sonra Chakapuli, Khachapuri, Khashlama, mantar salatası ve Ostri ile yöresel bir şarap söyledik. Garsona Khashlama gösterdiğimde, not alırken “haşlama” olarak telafuz etmesi hayallerimi yıktı. Her ne kadar haşlamayı sevsem de bildiğim bir yemek yiyecek olmak hoşuma gitmedi. İlk önce şarap geldi. Fiyat performans oranından tam not aldı. Ardından mantar salatası gönlümüzü çaldı. İnce ince dilimlenmiş turşu ve mantarlar özel bir sos ile servis ediliyor ve kırmızı şaraba çok yakışıyor. Chakapuli sos içinde sulu bir et yemeği. Tatlı – ekşi diyebileceğimiz bir tadı var. Ostri de sulu bir et yemeği. Turistik olduğu için az acılı yapılmıştı ama normalde çok acılı oluyormuş. Khashlama ise alışık olduğumuz gibi sulu gelmedi. Kemikli etler haşlanmış ama susuz geldi. Meğerse orada servis bu şekilde yapılırmış. Khachapuri ise favorimiz oldu. Pide diyebiliriz ama yapıldığı peynir çok lezzetli. Pidenin üst tarafındaki peynir kızarırken, içlerine doğru kalanlar uzayacak kadar yumuşak. Gürcistan yemekleri et ve hayvansal ürün üzerine kurulu. Yemekleri bizim damak tadımıza çok yakın, porsiyonları büyük ve yemekler çok lezzetli.
Yemeğin ardından 2 km. uzaklıktaki Bodbe Manastırına gittik. Sighnaghi’de olduğu gibi burada da en çok kullanılan malzeme çay taşları idi. Sanki bütün Tiflis çay taşlarından yapılmış gibiydi. Kilise bölümü kapalı olsa da, manastır içinde dolaşabildik. Hediyelik eşyalara baktık, kutsal suyu aradık ama bulamadık. Bir sonraki durağımız ise Mtskheta idi. Yaklaşık 2,5 saatlik bir yolculuğun ardından, Sighnaghi’de olduğu gibi bir manastır çevresinde kurulmuş ortaçağ kasabası ile karşılaştık. Her yer restore edilmiş, turistik eşya satan dükkanlarla dolu sokaklardan; manastıra ulaşılıyor. Kalın duvarlar kasaba ile manastırı birbirinden ayırıyor. Duvarları geçince bir süprizle karşılaştık. İçeride ayin vardı. İçerdekileri rahatsız etmemek için hiç fotoğraf çekmedik. Dualarını okuyan, ritüellerini yerine getirenler de bizi hiç rahatsız etmediler. İçeride rahatça dolaşabildik. Mtskheta’dan çıkmadan hediyelik eşyaların satıldığı tezgahlara uğradık. Biz eşyalara göz atarken, tezgah arkasındaki yaşlı teyzeler ellerindeki sopalarla baktıklarımıza vurup; ne kadar olduklarını söylemeye başladılar. Çevremize bakınca, her satıcıda birer sopa olduğunu gördük.


Tiflis merkeze döndüğümüzde yeni otel aramaya koyulduk. Bir iki başarısız denemeden sonra eski otelimize çok yakın bir yerde Hotel Europa’yı bulduk. Eski rus filmlerini andıran mimarisi, dekoru ve Trabzonlu sahipleri olan bu otele yerleşmeye karar verdik. Çok yüksek tavanları, eksi koltukları, yüksek ve büyük yatakları ve eski şamdanları ile odamız ilk görüşte bizi etkiledi. Hızlıca yerleşip, Tiflis merkezi gezmek için yola düştük. Eski şehirden başladık tura. Surlarla çevrili eski küçük binalar ile dolu bu yerin dışı çok güzel aydınlatılmış. Soğuğa rağmen fotoğraf çekmeye başladık. İç taraflara girdikçe aydınlatmalardan yoksun kalsa da rahatsızlık veren kimse ile karşılaşmadık. Gürcistan’da cezaların çok yüksek olmasından dolayı suç oranı çok düşük imiş. Dolaşırken bir bara rastladık. İçeri girip hem bir şeyler içmek, hem de ısınmak en mantıklısı olacakken; mekanın kalabalık olmasından ve içeride rugby izlemelerinden dolayı mantıksız olan seçeneği tercih ettik. Tam uzaklaşırken fotoğraf makinalarımızı gören biri, “Hey gazeteciler! Buyrun gelin lütfen” dediyse de teklifi geri çevirdik.
Şarap almak için bir tekele girdiğimizde arka tarafta büyük bidonları daha küçük 5 lt.’lik su şişelerine boşaltıklarını gördük. Bu nedir diye sorduğumuzda Çaça dediler. Bir çeşit grappa olduğunu öğrendiğimiz çaça’nın müşterisi çokmuş meğerse. Her gelen elindeki şişeyi doldurtup gidiyordu. Tabii biz de aldık. Yarım litresine 3 TL gibi bir miktar ödedik. Sonra aspirin almak için bir eczaneye gittik. Gürcistan’da İngilizce bilen çok fazla insan yok. Genellikle 5* otellerde çalışan personel ile sorun yaşamadan anlaşılabiliyor. Ancak vücut dili ile bir şekilde insanlarla anlaşmak mümkün. Kısacası, zorlansak da aspirin almayı başardık. Küçük bir yürüyüşün ardından, otelimize gitmek için bir taksi ile anlaştık. Otelden çıkmadan otelin kartını almıştık, üzerindeki adresi gösterip fiyatta işaret ile anlaşıp otele vardık. Yaklaşık 6 km. yol için 5 TL ödeme yaptık. Yolda da iki tane Gürcü birası aldık. Gürcistan’da en ucuz şey içki ve taksi sanırım. İki biraya da 3 TL ödedik. Biralarımızı içip ilk günümüzü sonlandırdık.